Good People of Vitruta

Buğra Balaban

Good People of Vitruta’nın yeni üyesi Buğra Balaban! Buğra ile bir Pazartesi sabahı –uzun senelere dayanan dostluğumuzda ilk kez böyle bir gün ve saat tercihi yapmış olabiliriz- Socrates ofisine geçmeden önce Kanyon’da buluştuk. Sabah kahvesi içip, Vitruta’yı gezip ardından Kanyon havası alarak çok keyifli bir çekim ve röportaj gerçekleştirdik. Umarım sizler de keyif alırsınız.

Buğra, Good People of Vitruta’ya hoş geldin! Hemen ilk soruyu sorayım ve başlayalım: Buğra Balaban kimdir, nasıl başladı, nasıl devam ediyor?


Üçüncü tekil şahısla sordun, öyle yanıtlayayım: Buğra Balaban bir spor hikâyecisi. Basılı, görsel ve işitsel mecralarda basketbol, futbol ve tenis başta olmak üzere farklı sporlardan güncel veya tarihsel meseleleri yazarak, göstererek, anlatarak sporseverlere aktarmaya çalışıyorum. Küçüklüğümüzde sıkça örnek verilen memur bir ailede yetiştim, erken yaşta Bandırma’dan İstanbul’a gelip el yordamıyla metropol hayatına alışmaya çalıştım -ki bir açıdan, hâlâ alışma sürecim devam ediyor. İyi bir akademik yolculuğun ortasında, ilk tutkum sporu meslek edinebileceğim bir rota keşfettim ve devamı geldi. 

Spor dünyasına nasıl girdin peki? Seni şu an dolu dolu içinde olduğun bu spor medyasına ne, nasıl getirdi?

Koç Üniversitesi’nde ekonomi ve işletme çift anadalı bitirdim aslında. Yüksek lisans mı yaparım, yurtdışına mı giderim yoksa çokuluslu bir şirkette birkaç seneye CEO mu olurum (Tepe üniversitelerin şeytan üçgeni) diye düşünürken, önüme bambaşka bir yol çıktı. Kadir Has Üniversitesi’nde hafta sonları düzenlenen Spor İletişimi Sertifika Programı’nı keşfettim. Takip ettiğim birçok spor insanının yolu oradan geçmişti, kimisi de orada ders veriyordu. Denemekten ne çıkar diyerek üniversitedeki ikinci senemde bu programa kaydoldum. İyi de iş çıkardım, akabinde Eurosport Türkiye’de ve kuruluş aşamasındaki Socrates Dergi’de staja başladım. Her geçen gün, o şeytan üçgenindeki yollar bana daha da uzak görünmeye başladı. Bu yeni dünyada kendime yer edinmeye çalıştım. Üzerinden yedi sene geçti, bu iki kurum başta olmak üzere spor dünyasının farklı köşelerinde görev almaya devam ediyorum.

Bir taraftan spikerlik, Socrates yayınları ve dergi çalışmaları diğer taraftan Good People üyelerinden eşin Nihan Cabbaroğlu ile beraber yaptığınız Salon Sporu podcast’lerini biliyoruz. Şu an aktif olarak içinde bulunduğun işleri bize kısaca anlatmak ister misin?

Eurosport Türkiye’de spor spikerliği, Socrates Dergi’de aylık yazılar, her sayı çıkan tüm sayfaların tashih ve fact-check’leri, “Socrates FC” adındaki futbol podcast’i, İlhan Özgen’le hazırladığımız, futbol tarihi içeriği “Sinyor Ne Diyor?” ve pek sevgili Nihan’la her hafta EuroLeague konuştuğumuz “Salon Sporu” podcast’i, haftalık iş yükümü üç aşağı beş yukarı özetliyor. Bunların yanı sıra ara ara S Sport’ta tenis anlatımı, EuroLeague maçlarında delegelik, seslendirme veya içerik bazlı freelance projelerde de yer alıyorum. 

İlhan Özgen’le beraber yaptığınız Sinyor Ne Diyor? ya da Nihan’la yaptığınız Salon Sporu gibi yayınlarda en keyif aldığın bölüm veya konuklardan biraz bahsetmek ister misin?


Sinyor Ne Diyor?’da İlhan’la beraber bir Dünya Kupası serisi hazırladık. Oturup 1966’dan 1994’e dek tüm Dünya Kupalarını izledik, araştırıp okuyup üzerine sohbet ettik. Socrates Dergi YouTube hesabından erişilebilir, arşivlik bir iş olduğunu düşünüyorum. Bende yeri ayrıdır o serinin. Salon Sporu’nda Koç Erdem Can’ı ve Barcelonalı Sertaç Şanlı’yı konuk aldığımız bölümleri keza öne çıkarabilirim. Socrates FC’de neredeyse her bölümden kahkahalar eşliğinde ayrılıyoruz, birini ayırmadan her bölümü tavsiye edebilirim.


Seni sıkça tenis, artistik patinaj, basketbol gibi çok farklı dallardan müsabakalarda keyifle spikerlik yaparken yakalıyoruz. Bu kadar farklı spor dalına, kulüplere, sporculara nasıl hakim oluyorsun?


Burada bir sihirli değnek yok. Sıkıcı ve basit bir cevabı var: Çalışarak. Kurallarına, efsanelerine, takımların tarihine, sporcuların koçlarına, geldikleri ülkenin mevcut siyasal iklimine, organizasyondaki sorunlara, bolca da dünya gündemine dair okuyarak. Burada yakın dönemde kaybettiğimiz, spor yayıncılığı efsanesi Halit Kıvanç’ı anmak istiyorum. İnternetin olmadığı, telefonun güç bela kullanıldığı dönemlerde dahi yayınları sayısız bilgiyle beslemeyi başarmış, gerçek bir abide. O şartlarda bu yola ışık tutanlar gerçek saygıyı hak ediyor. Mevcut internet koşullarında, birkaç dakika içinde uçsuz bucaksız bir bilgi akışına erişebildiğimiz bir denklemde sadece emek verip çalışmaya ihtiyacımız var. 

Bu kadar çok projeye dahil olan bir kişiye sormamız gereken bir diğer soru muhtemelen şu olmalı: Bu motivasyonu ve ilhamı nereden buluyorsun? Sana ne ilham veriyor?


Hikâyelerden sanırım. Öykündüğüm meslektaşlarımın hikâyelerinden, hayran olduğum sporcuların geçtikleri yollardan, Nihan’la öykümüzden… Bir de sanırım, başka bir yol bilmiyorum. Küçük yaşlardan beri her daim çok çalışmam gerektiğini düşündüm, bugünlerde de acaba diye sormamaya çalışıyorum. Yoksa bu tempoya yeniden dönemeyeceğimden korkuyorum biraz. Belki ileride, biraz daha nefes almayı seçeceğim günler gelir. Şimdilik halimden memnunum. Zorluklarına rağmen yaptığım işleri gerçekten bayıla bayıla yapıyorum, çoğu zaman iş gibi de gelmiyor hatta. Umarım böyle devam eder.


Son dönemde neler izleyip, okuyup, dinliyorsun? Bizimle paylaşmak ister misin?


Tabii ki. Son olarak Netflix’te Athena filmini izledim. Azınlıklara, kolluk fikrine, aileye ve acılara dair tansiyonu çok yüksek bir film. Nefessiz kaldığım kısımlar oldu. House of Dragons’ın ilk sezonunu bitirdim, Game of Thrones’u geç izlemiş biri olarak beklediğimin üzerinde bir devam yapımı buldum karşımda. Son olarak kıymetli dostum Tuğçe Merve Aytaç’ın tavsiyesiyle This is Us adlı diziye başladım, henüz birkaç bölüm oldu ama şimdiden şiddetle tavsiye.


Deniz Göktaş’a dair ne bulursanız tüketin bence. Benim gibi stand-up seviyorsanız, yerli içerikler arasında eşi benzeri yok. Gösterisine de gittim ama ilk tanışma için podcast’leriyle başlayabilirsiniz. Broken Bells grubunu çok severim, onların yeni albümüyle beraber bu aralar yerinden onlara sardım. Okuma tarafında dilimize Çok Yönlü adıyla çevrilen David Epstein’in meşhur kitabını not düşeyim. Alışılagelmiş teamüllerin aksine, aynı şeyi tekrarlamaya dayalı öğrenme yerine, farklı taraflardan beslenmenin kariyer yolculuğunda daha doğru bir rota olabileceğini detaylarıyla inceliyor.  

Vitruta'daki favori 3 markanı öğrenebilir miyiz?


Ben biraz klasikçiyim bu konuda… Açık ara bir numaram RAINS, yanında da Fjällräven Kånken ve VEJA.

Buğra Balaban'ın çekimde kullandığı ve sizler için seçtiği ürünler için buraya tıklayabilirsiniz.