Good People of Vitruta

Çiler Demiralp

Good People of Vitruta’nın yeni üyesi Çiler Demiralp kendisine yönlendirdiğimiz soruları cevapladı.

Çiler hoş geldin. Seni Good People of Vitruta’yı takip edenlere tanıtalım. Çiler Demiralp kimdir? Neler yapıyor, nasıl başladı, nasıl devam ediyor?


33 yaşındayım. Balıkesir'de doğdum, büyüdüm. Küçük bir şehirde büyümenin nimetlerinden fazlasıyla yararlandım sanırım, ancak yaşadığım yerin bireysel gelişim için çok da yetmemeye başladığı bir dönemde, 18 yaşımda üniversite eğitimi için İstanbul'a geldim. O zamandan beri de İstanbul'da yaşıyorum. Arada iş sebebiyle Lozan'da yaşadığım bir seneyi saymazsak aslında bu şehirde yaşayan herkes kadar İstanbullu'yum diyebilirim. Boğaziçi Üniversitesi İşletme bölümünden mezun olduktan sonra kurumsal bir şirkette çalışmaya başladım. 10 senelik kurumsal hayat tecrübemin ardından yaklaşık 5 ay önce işimden ayrıldım ve online marketing danışmanlığı vermeye başladım. Bir taraftan da hem ilgi duyduğum hem de sosyal fayda yaratabilecek iş fikirlerine dönüştürebileceğime inandığım birkaç konunun peşinde koşuyorum. Bunlardan biri Etsy platformu ile alakalı. İnsanların kendi yarattığı, el emeği ürünleri tüm dünyaya satabildiği ve kendi ekonomisini yaratabildiği bir platform olan Etsy'nin Türkiye'de çok büyük bir potansiyel barındırdığını düşünüyorum. Ben de şu an danışmanlıktan arta kalan zamanımı Etsy platformunu daha iyi öğrenmeye çalışarak geçiriyorum. İleride özellikle kendi ürünlerini tasarlayan, üreten fakat bunu tüketiciyle nasıl buluşturacağı konusunda çok da fikri olmayan yaratıcıları, zanatkaarları, tasarımcıları, özellikle de kadınları bu platforma dahil etmek çok inandığım bir hedef. Bu bağlamda ilham verici hikayelerin daha fazla paylaşılıp ve duyulmasını çok değerli buluyorum. Buradan hareketle çok yakın zamanda Sıfırdan Globale kanalı altında kadın girişimcilerin hikayelerini dinleyebileceğimiz yeni bir podcast serisine başlayacağım.

10 senelik kurumsal hayat tecrübenin ardından odaklanmış olduğun alanın topluma da faydası dokunan iş fırsatlarıyla ilgili olduğunu anlıyorum. Bu senin için uzun süre planlanmış bir geçiş miydi?


Yaptığınız şey sizi geliştirmiyorsa, beslemiyorsa, ne para ne statü ihtiyacınız olan motivasyonu sağlayamıyor ve bir noktada konfor alanını terk etmenin zamanıdır diye hissediyorsunuz zaten. Hayat tek bir alanda ya da şirkette çalışıp tüketmek için çok kısa. Bazen düşününce; meslek sahibi olmak bile absürd bir fikir gibi geliyor. Deneyebileceğimiz ve yapabileceğimiz çok fazla şey var ve neden kendimizi belli etiketlerin altında sınıflayıp tanımlıyoruz ki. Toplumsal fayda ve anlam arayışı konusunu da çok büyütüp kendimizi paralize ediyoruz bazen. Aslında herkes kendi gücü doğrultusunda kendi habitatında ufak da olsa farklar yaratabilir. Ben de bunu hedefliyorum, bunu ne şekilde yapabileceğimin arayışındayım sanırım, denemeden de bulunmuyor tabii ki. Bu rota değişikliği sadece işle ilgili de değil, benim bireysel yolculuğumla da alakalı tabii ki. Hayatımın sadece işten ibaret olduğu uzun yıllar geçirdim. Biraz yavaşlamak, kendimi yenilemeye ve yeni şeyler öğrenmeye vakit harcamak, yeni şeyler denemek isteği baskın geldi. Zamanımı kendim planlıyorum, daha fazla okuyorum, izliyorum, spor yapıyorum vs. Çok sevdiğim bir endüstriyel psikolog Adam Grant'in bir tweet’inde geçen, şuna benzer bir ifadesi vardı: "Düşünsenize, jenerasyonlar boyunca işimizi merkeze aldık ve nerede yaşayacağımızdan, ailemizi ve arkadaşımızı ne zaman göreceğimize kadar tüm dünyamızı işin etrafına kurduk. Ya bunun tam tersini yapsak, nasıl bir hayatımız olur?" Ben de aslında işi değil hayatı merkeze almak gibi bir felsefeye kaydığım bir dönemdeyim. Bu tabii ki zor bir dönüşüm ancak zorlu dönüşümler insanı büyütüyor zaten.

Bu düşüncelerin oldukça ilham verici gerçekten. Seni yakından tanıyan biri olarak bugünkü düşüncelerinin filizlenmesinde hayatına dokunan bazı kitapların ya da yazarların olduğunu çok iyi biliyorum. Senin için yeri özel olan birkaç kitabı bizimle paylaşmak ister misin?


Çok fazla var tabii ki ama bireysel yolculuğumda bende belli dönüm noktaları yaratmış bazı kitaplardan bahsedebilirim. Bunlardan ilki lisede okuduğum Montaigne'den Denemeler. Hayatla ilgili kafamın çok karışık olduğu bir dönemde büyük büyük konuları çok sade ve basitleştirilmiş çözümlemelerle önüme sunmuş, yepyeni pencereler açmıştı. Ömürlük bir rehber benim için, hala açıp sık sık okurum. Yine lise/üniversite dönemlerinde okuyup çok etkilendiğim Goethe-Genç Werther’in Acıları, Dostoyevski-Suç ve Ceza, Jack London-Martin Eden’i saymam gerekir. Stefan Zweig'ın çok bildik gibi görünen ama bir o kadar da yabancı olduğumuz insani duygulara yoğunlaştığı novellalarına bayılıyorum. Korku, hırs, merhamet vs bu duygu her ne ise onu her yönüyle, en karanlık taraflarıyla ele alıyor ama şu iyidir bu kötüdür gibi basitleştirmeden, konuyu, mesafesini hep koruyarak derinleştiriyor. Hem kendimi hem genel olarak insanı tanımak & daha iyi anlamak açısından çok besleyici kitaplar her biri. Otobiyografisi niteliğindeki Dünün Dünyası da tokat gibi çarpan kitaplardan bence. Madem bu kadar anlam konusundan konuştuk, son olarak Viktor Frankl'ın İnsanın Anlam Arayışı'nı sayabilirim; esas gücün içimizden geldiğini, dış dünyada ne olursa olsun her şeyin bizde bittiğini ve duygusal dayanıklılığımız için gereken anlamı kendi içimizde bulabileceğimizi anlatan çok çok değerli bir kitap bence. Bir de son dönemde Haruki Murakami-Koşmasaydım Yazamazdım’ı okudum, bayağı etkilendim. Çok dürüst ve motive edici bir eser bence.

Sinemanın da sendeki yeri çok ayrı. Hatta son yıllarda film analistliği için aldığın eğitimleri de çok yakından biliyorum.


İlgi duyduğum bir alanda neden bakış açımı daha eğitimli bir hale getirip zenginleştirmeyeyim diye düşünerek aldığım eğitimlerdi. Film analizi eğitimlerine kendi aramızda film izleyip üzerine konuştuğumuz, eleştiriler yaptığımız üç kişilik arkadaş grubumla birlikte başladık, bir sene içerisinde 6-7 kuru tamamladık. Bir film eleştirmeni olma gayesiyle başlamamıştım tabii ama sinemaya daha derinlikli bir bakış açısıyla yaklaşmamı sağladı. Artık bir filmi izlerken çok daha farklı açılardan yaklaşıp o filmden alabileceğim faydayı da & keyfi de artırdığımı fark ediyorum.


Bir sinemaseverin en sevmediği sorulardan biri olduğunu bilsem de anlattığın bu ilham verici şeylerden sonra okuyucularımızın çok merak edeceğini düşünerek o soruyu soruyorum: Senin için en özel yönetmenler kimlerdir, hangi filmleriyle bu yeri edinmişlerdir? :)


Bu bir sinefile sorulabilecek en zor soru gerçekten. Kesin saymadıklarım için çok pişman olacağım :) Aklıma ilk gelenler Ingmar Bergman-Persona, Wong Kar Wai-In the Mood for Love, Francois Truffaut-The 400 Blows, Kim Ki-duk-3 Iron, Luca Guadagnino-I am Love.

Alfonso Cuaron-Roma, sinema nedir diye soracak birine izleteceğim film olacaktır.

Ayrıca 12 Angry Men-Sidney Lumet, The Servant-Joseph Losey, Waking Life-Richard Linklater, Sevmek Zamanı-Metin Erksan, Lost in Translation-Sofia Coppola, Dogtooth-Yorgos Lanthimos gibi bazı filmler de var ki etkisi büyüktür üzerimde.