Good People of vitruta

Deniz Tekin

Good People of vitruta'nın yeni üyesi Deniz Tekin! Moda'daki evinde bizi ağırlayan Deniz ile oldukça yoğun geçen bir senenin ardından çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Deniz'in Moda aşkı, çocukluğundan beri devam eden yazarlık tutkusu ve modellikten yazarlığa geçiş sürecini konuştuk. Sizi bu keyifli sohbet ve Moda sokaklarını da kapsayan harika fotoğraflarla baş başa bırakıyoruz. Umarız siz de okurken aynı keyfi alırsınız.

Deniz! Aynı soruyu sorarak başlıyoruz hep, o yüzden değiştirmiyorum rutini. Seni tanımayanlara kendini nasıl tanıtırsın? Deniz Tekin kimdir?

En gerildiğim soruyla başladık! :) Hiç beceremiyorum kendimi tanıtmayı. En sevdiğim rengi söyleyip kötü bir date mi inşa etsem yoksa uykudan uyanmanın benim için ne kadar zor olduğunu anlatıp oversharer bir insan mı olsam? Kısaca Deniz Tekin, küçüklüğünden beri sanatın dalları arasında gezinmiş, büyüyünce de sanat okumuş, evcimen ama bir sırt çantasıyla kendine bitmek bilmeyen rotaları da oluşturmuş, kulağında sürekli bir müzik, elinde sürekli bir yazma defteri ile gezen, acelesi olmadan, kedi gibi gerine gerine yaşamayı deneyen biri.   

Seninle Pera'daki Good People eventinde tanıştık. İki yönden çok önemli bir günmüş: İlk olarak; sonradan birbirimizi çok sevip Good People'a girecek kadar iyi bir insan olduğunu bilmiyorduk o gün! İkincisi ise seni Moda dışında görebileceğimiz nadir günlerden biriymiş. Ne var bu Moda'da anlat bize.


Gerçekten doğru bir tespit. Herhangi bir şekilde kucaklaşmalar, gülüşmeler, güzel denk gelişler filan olmayacaksa Anadolu yakasını terketmiyorum. O yüzden rahatlıkla diyebilirim ki her vitruta etkinliği benim için bir ‘İyi ki gelmişim’ ile bitiyor. Bu bence sadece benim için geçerli değil bu arada, Anadolu yakası insanları başa çıkamıyor Avrupa yakasıyla. Resmen keyfimiz kaçıyor Avrupa yakasına çağırılınca. Acilen tatili yarıda kesip toplantı için şehre dönmek zorunda kalmak gibi. Moda tam böyle. Tatil gibi. 10 yılı aşkın bir süredir bu taraflardayım. Arkadaş çevrem aynı, manavım aynı, sokakta sevdiğim hayvanlar aynı. Bir telefonla 5 dakika içerisinde arkadaşlarımla buluşabiliyorum. Evimden 15 dakika uzaklıkta bir sahilde güneşlenebiliyorum, istediğim terasta güneşi batırabiliyorum, ormana kaçmak istesem her yer ağaç, bir tanesinin altına kaçabiliyorum, güzel yemekler güzel mekanlar da cabası. Şehirde yaşamak için çabalamıyorum da o da bana hizmet ediyor gibi. Beraber akışta olduğumuz bir semt. 

Senin Moda rutinin nasıl peki? Hangi mekanlar, hangi sokaklar, hangi saatler senin Moda'n?


Benim Moda’m kesinlikle hafta içi. Çarşamba en iyisi, mini Cumartesi gibi. Ben Guten Morgen’da iyi bir kahveyle güne başlarım. Moda burnunu iyi bir müzikle yürürüm. Nene Hatun sokak favorimdir. Ağaçlar için açıkhava catwalk caddesi gibi bir yer. Mükemmel bir dizayn. Genel olarak Moda mimarisini çok severim. En fazla 5 katlı apartmanlar, kimse kimsenin manzarasını kapamaz, köşe apartmanların yuvarlak dönen balkonları, evlerdeki eski parkeler, hepsinin ayrı bir tadı var. Sabaha karşı Modası ve gece yürüyüşü Modası en sevdiğim saatleri. 

Gün içerisinde Muaf veya Dün’de bir şeyler atıştırırım, akşam olunca eğer bira havamdaysam Fil veya Primitif, güzel müzik ve arkadaşlarla sohbet havamdaysam Bina veya Arkaoda, biraz şov bir kokteyl içeyim diyorsam Fahrikonsolosluk’a geçerim.

O zaman semtinden işine geçiş yapıyorum. Uzun yıllar süren modellik kariyerini sonlandırıp senaristliğe başladın birkaç senedir. Neler yazıyorsun, bir senaristin çalışma düzeni nasıldır?


Çok yumuşak bir geçiş dönemi yaşadım aslında ben. Çünkü modellik yaparken bir yandan reklam ajansında çalışıyordum ve eş zamanlı olarak senaritslik eğitimleri almaya başlamıştım. Defileden çıkıp konkura giriyordum, ödül töreninden çıkıp eğitime gidiyordum. O zamanlardaki mentörüm ve patronum bana ‘ Böyle giderse delirirsin, ne yapmak istediğine karar vermelisin.’ dediğinde aslında kendi kendime bir planım olduğunu fark ettim. Ben ilkokuldan beri günlük tutan biriyim ve en sevdiğim şey yazmak. Zaten ben çoktan yazar olmayı seçmiştim. Digital ve offline dergilerde hikaye yazarak başladım. Sonra yayınevlerine yazmaya evrildi bu iş. Reklam yazarlığı, kısa film, festivaller, dizi derken 5 yıl içerisinde birçok farklı disiplinde işler çıkardım.Ben kendi hayatımdan yazıyorum aslında. İnsanların okuduğunda ‘Bunu kesin Deniz yazmış.’ dediği bir dilim var. Bu tabii zamanla oturdu ama bunu duymak çok hoşuma gidiyor. Başıma gelmeyen bir şeyi yazmam mesela. Gözlemlediğim bir şey bile benim başıma gelmiştir aslında çünkü o anın bir parçası olduğumu bilirim. O yüzden tabiri caizse ‘uydurma’ hikayelerim yoktur. Zaten okuyucu ya da izleyici bunu hisseder.Genel olarak gerçekten her gün hala günlük tutuyorum. Çok basit bir şekilde başımdan bir şey geçmese bile yediğim yemeği yazıyorum. Kaçırdığım vapuru yazıyorum, çıkan sivilcemi yazıyorum. Yazıyorum yani. Çalışma düzenim dediğim şey başıma gelenler diyebilirim yani.   


Şunu merak ediyorum; iş olarak senaryo yazarı olan biri, kendi kendine de yazmaya, yaratmaya devam edebiliyor mu? Eminim yazmak sana çok iyi gelen bir şeydir ama bu olumsuz etkileniyor mu kariyerini de bunun üstüne inşa edince? Yoksa bana yazmak olsun, hiç fark etmez modunda mısın?


Ben açıkçası kendi işlerini yazmakta daha verimli ve mutlu olan bir insanım. Denedim yani, uyarlama iş olsun, televizyona 250 dakikalık bir dizi olsun, aşırı egoist bir yönetmenin kırbacı altında onun istediğini yazmak olsun... Olmadı. :) Olmayanı oldurmak gibi bir derdim hiçbir zaman olmadı ama ben bir kalem olarak, başka bir kafa olarak yeni bir şeyler katmayacaksam, aynı şeyleri aynı şeye hizmet etmek için yapacaksam zaten sanatçı olmuyorum, sadece iş yapan biri oluyorum. O yüzden bana yazmak olsun hiç fark etmez diyemiyorum. Benim derdim ne, ben ne anlatmak ve bunu nasıl anlatmak istiyorum ve bu hayatta bu kafa kime nasıl hitap ediyor onu görmek için yazıyorum.   

Peki Türkiye'den ya da yurtdışından çok beğendiğin senaritsler var mı? Bizimle paylaşmak ister misin?

Derviş Zaim, Tolga Karaçelik, Aziz Kedi ve Nuri Bilge Ceylan’ın hikaye anlatımlarını seviyorum. Hepsi farklı disiplinde yazıyor ama benim havuzumda hepsinin durumu veya karakterin derdini anlatışı çok kuvvetli. İzlediğim şeyin o insanların işi olduğunu ismini okumasam da bilmek kıymetli geliyor. Yurtdışından o kadar çok var ki. Elemek zor. Michel Gondry, Yorgos Lanthimos, Aziz Ansari, Phoebe Waller-Bridge, Martin Mcdonagh...

2023'ün son röportajını seninle yapıyoruz. 2024 için ne dilemek istersin?


Ben dilek dilemeyi hiç sevmem :) Olacakların başımın üstünde yeri var. İyisiyle kötüsüyle hepsi işime yarıyor zaten. :)

Bir de bize vitruta'dan en sevdiğin markaları yazmak ister misin?

Öncelikle tabiki de RAINS. RAINS’in ürünlerine dokunmayı çok seviyorum. İnanılmaz bir kumaş. Dickies’de hep bir 90’s enerjisi oluyor, bu hoşuma gidiyor. Calvin Klein gerçek bir kasik ve Les Benjamins her koleksiyonunda en az 1 parçasını aldığım garanti cool bir marka. 

Deniz Tekin'in çekimde kullandığı ve seçtiği ürünler için buraya tıklayabilirsiniz.