Good People of vitruta: Emir Gültekin

Nişantaşı’ndan Kadıköy’e, aile sofralarından Arkestra’nın Michelin yıldızlı mutfağına uzanan Emir’in hikâyesi, tutkuyu mesleğe dönüştürmenin eşsiz bir örneği. Ege’nin sıcak esintileri, İstanbul’un kozmopolit ruhu ve dünyanın dört bir yanından gastronomik deneyimlerle harmanlanan bu yolculuğu anlatan keyifli sohbet, aşağıda seni bekliyor!

Emir, hoş geldin! Hep aynı soruyla başlıyoruz, o yüzden rutini bozmayalım: Seni tanımayanlara kendini nasıl anlatırsın? Emir kimdir? Nasıl başladı, neler yaptı ve şu anda nasıl devam ediyor?

Merhaba, ben Emir. Nişantaşı’nda doğdum, Kadıköy’de büyüdüm; bu iki bölgenin kültüründe yoğruldum diyebilirim. Hayatın içinde, günlük yaşamın ritminde, her şeyden biraz alarak kendimi geliştirdim. 

Hikâyem aslında 1950’lerde Nişantaşı’ndaki bugünkü Tatbak’ın olduğu yerde, büyükdedemin işlettiği sulu yemek lokantasına kadar gidiyor sanırım. Ailem her zaman sofra ve yemeğe düşkündü, bizim evde her zaman öncelikliydi; hep gıda işiyle uğraşmış, üretici ve tedarikçi olarak meşgul olmuşlar. Sanırım bu kültür bana da işlemiş, kendi yolumu çizerken de ilham olmuş.

2010’lardan sonra bu ilgimin bir tutkudan daha fazlasına dönüştüğünü fark ettim—işte o zamandan beri bu dünyadayım diyebilirim. Şimdi her yeni güne işime daha da odaklanarak ve yeni projelerle gelişerek devam ediyorum; bu yolda öğrenmeye, denemeye ve kendi hikâyemi yazmaya çalışıyorum.

Arkestra, modern Avrupa mutfağından ilham alan ve 1960lardan kalma bir evde yer alan, Michelin yıldızlı bir restoran. Bu tarihi mekânın ve konseptin senin için anlamı nedir? Mekânın yaratıcılığınızı nasıl beslediğinden bahsedebilir misin?

Arkestra’nın benim için en büyük anlamı, çocukluğumuzdan beri Cenk ile kurduğumuz hayalin gerçekleşmiş olması. İki eski arkadaş olarak bir hayalimiz vardı; lise yıllığında birbirimize yazdığımız write-up’ta bile bunu tarif etmiştik. 

O sırada aklımızdaki mekân, İstanbul’da farklı bir bölgedeydi—ama şimdi düşününce konsept Arkestra’ya benziyordu sanki. O günlerin şartları ve liseli düşüncelerimizle hayalimizi tam kuramamışız belki ama Arkestra çok daha güzel, hayallerimin ötesinde bir mekân oldu.

Ritmo Zeytinodan Arkestraya, Debora İpekel ve Cenk Debensason ile iş birliğinizi nasıl tanımlarsın? Bu üçlünün uyumunu ve ortak yaratıcı süreçlerini senden dinleyelim mi?

Belirlediğimiz standartlara ulaşmak için hepimizin farklı eğitimleri, becerileri ve bakış açıları var. Bu çeşitlilik sayesinde yaratıcı güçlerimizi, emeğimizi ve bilgimizi birleştirerek çok iyi bir ekip olduk. Her birimiz kendi alanımızda en iyiyi yapmaya odaklanıyoruz; birbirimizi tamamlıyor, birbirimize güveniyoruz. 

Zamanla kurduğumuz bu güven, Arkestra’ya da yansıyor. Hep birlikte daha iyi fikirler üretiyor, daha güçlü işler ortaya koyuyoruz. Arkestra, bizi bir araya getiren ortak nokta ve bu ortaklık sayesinde sürekli olarak kendimizi ve projelerimizi geliştirme şansı buluyoruz.

Biraz geçmişe dönelim: Eataly, Ristorante Italia di Massimo Bottura, Alancha gibi yerlerde sommelier olarak çalıştın. Bu ilgi alanın seni nasıl besliyor? Bir tane favori eşleşmeni öğrenebilir miyiz?

Başlangıçta sadece bir şarap sever olarak kendi sınırlarımı keşfetmeye başladığım yıllardı ama her projede edindiğim farklı tecrübeler beni çok besledi. 

Eataly’nin Türkiye’ye getirdiği geniş ürün yelpazesi ve Slow Food konseptini hayata geçirme sürecinde yer almak benim için büyük bir deneyimdi. Massimo Bottura’nın İtalyan restoran projesinde açılış ekibinde bulunmaksa daha da farklıydı; tabak, çatal-bıçak seçiminden personel eğitimine, yemek-şarap eşleşmesinden menü oluşturmaya kadar her detayda yer almak, bugünkü iş yapış tarzımı şekillendiren bir süreç oldu.

Alancha’nın son döneminde ise Kemal Demirasal ve Murat Deniz Temel ile çalışmak beni Türk mutfağı ve yerel şaraplara daha derin bir ilgiyle yönlendirdi; kültürümüze dair detayları bu alanda keşfetmek benim için çok değerliydi.

Favori eşleşmeme gelirsek, şu sıralar Roscioli’den ilhamla kaliteli bir ançuez, tereyağı, güzel bir ekşi maya ekmek ve yanında Ca’del Bosco beni müthiş mutlu eder.

Seyahat etmek ve keşfetmek hayatında nasıl bir yere sahip?

Nazlı ile her fırsatta farklı kültürler ve şehirler deneyimlemeye bayılıyoruz, seyahatlerimizin odağında her zaman yemek ve sanat var. Birbirimizin mesleğinin yine birbirimizin ilgi alanı ve hobisi olmasının keyfini sürüyoruz açıkçası. Seyahatlerimiz birbirimizden beslenebildiğimiz en yoğun zamanımız.

Nazlı, ziyaret etmemiz gereken sergiler, galeri ve müzeler üzerinde yoğunlaşırken, ben de içinde bulunduğumuz dönemde gidilmesi gereken en güncel restoran ve speakeasy barları araştırıyorum, beraber büyük keyif alıyoruz.

Kendini sürekli geliştirmek ve farklı alanlarda var olmak konusunda motivasyonunu nasıl sağlıyorsun? Bu çeşitlilik seni nasıl besliyor?

Dünya trendlerini takip etmek, bakış açımı genişleterek yeni alanlara yönelmemi sağlıyor. Seyahat etmek, farklı disiplinlerden beslenmek ve insanların deneyimlerini dinleyip paylaşmak beni her zaman geliştiren şeyler. Bunun yanı sıra, çok mütevazı bir şekilde oluşturmaya başladığımız sanat koleksiyonumuz, beni müthiş heyecanlandırıp bana ilham veriyor. Bu hızlı ve global veri akışı çağında olmak beni motive ediyor.

Arkestra’daki özellikle bar ekibimiz, gerçekten canavar bir ekip; onların potansiyelini görmek de motivasyonumu her gün tazeliyor. Kokteyl dünyası, hem klasikleri doğru yapmayı hem de yenilikçi dokunuşlarla trendleri yakalamayı gerektiren bir alan; güncel kalmak için devamlı gelişmek şart.

Şehre geri dönelim: İstanbulda seni en çok besleyen aktiviteler ve alışkanlıkların neler?

Arkestra’dan kalan vakitlerde, özellikle şehirdeki müzik ve tiyatro festivallerini takip etmek, müzelerdeki ve sevdiğim galerilerdeki sergileri gezmek beni besliyor. Pazar günleri Nazlı ile Belgrad Ormanı’nda koşuya gitmek, ardından Petra’da veya evde geç kahvaltı da rutinim diyebilirim.

Seni ruhen besleyenleri de merak ediyoruz: Bu aralar hangi şef, yazar, yönetmen ya da müzisyen radarında?

Şef: Gabriela Cámara, Contramar ve Eduardo Garcia Guzman, Maximo Bistro.

Restoran: Kiln Soho ve Yard Bird.

Sanatçı: Hale Tenger ve Volkan Aslan.

Ülke: Hong Kong ve Meksika.

Şehir: Roma ve CDMX.

Müzisyen: Flying Lotus ve Fat Freddy’s Drop.

Son olarak, vitruta” ve Good People” denince aklına gelenleri bizimle paylaşmak ister misin? Marka, semt, birey, renk, etkinlik—aklına ne gelirse.

“vitruta” denince ilk aklıma, Boğazkesen’in başındaki o ilk dükkân geliyor. İlk günden beri oluşturduğu algı ve yapı hep gelişti ama özünden sapmadı. 

Genellikle kıyafet alışverişlerimi seyahatlerimde yaparım ama İstanbul’da beni heyecanlandıran marka seçkisini vitruta’da bulduğumu söyleyebilirim. “Good People” ise benim için yaratıcı alanlarda düşünen, çalışan ve üreten insanları bir araya getiren bir topluluk.

Emir Gültekin'in çekimde kullandığı ve seçtiği ürünler için buraya tıklayabilirsiniz.