Yaratıcılık, Geleceğimizi Değiştirebilir Mi?

Herhangi bir düşüncemizi aksiyona dönüştürmeden önce, bireysel motivasyonumuzu ve değişim kapasitemizi etkileyen birçok psikolojik neden, öznel ve sosyal normlar ister istemez devreye giriyor. Kısacası ne gördüğümüz ve nasıl düşündüğümüz, nasıl davranacağımızı da önemli ölçüde etkiliyor. Başlığı okuyunca hangi konuda bir aksiyondan söz edeceğimizi de az çok anlamış olabilirsiniz. Evet, sürdürülebilirlik!

İnsan faaliyetlerinin gezegenimizin üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu, literatürdeki adıyla Antroposen Çağ’da yaşıyoruz. Dolayısıyla bugün davranış değişikliğinin ne kadar önemli olduğunu anlamak, tarihteki herhangi bir andan çok daha büyük bir anlam taşıyor. IPCC’nin (Intergovernmental Panel on Climate Change – Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) yayınladığı son rapora* göre bu değişim, 2050 yılına kadar küresel emisyonları %40-70 oranında azaltma potansiyeline sahip.
Diğer bir yandan sürdürülebilirlikle ilgili olarak daha önce hiç olmadığı kadar iletişim çalışmaları yapılıyor, zaman, para ve çaba harcanıyor. Markalar, kuruluşlar ve bireyler bu mesele hakkında artık daha fazla konuşuyor. 
Bu güçlü iletişim ve pazarlama mekanizmaları, şimdiye kadar hep daha fazla satın almaya ikna etmek için kullanıldı. Ancak bakış açıları ve onunla birlikte bu yaratıcı dünya da değişiyor. Yakın gelecekte satın alma gücünün büyük bir bölümünü elinde bulunduracak olan yeni nesil, doğayı yeniden yapılandırmayı önemseyen ve dahası, bunu şeffaf ve samimi bir şekilde paylaşan markaları tercih edecek. Hatta, yükselen ekolojik ve sosyal bilinç iletişim dilinin değişim çarkını çoktan tetikledi bile.


Londra menşeili kreatif danışmanlık şirketi Radley Yeldar’ın yayınladığı Words That Work(**) araştırma raporu tam olarak bu değişime odaklanarak bizi yeni bir kavram ile tanıştırıyor; “stok sürdürülebilirlik”. Aslında bu tanım size çok da yabancı gelmiyordur. Yalnızca yeşil rengin hakim olduğu, bolca yaprak, dünya vb. görsellerin kullanıldığı, “sürdürülebilirlik” kelimesinin mümkün olan her yere sıkıştırıldığı ve fazlaca steril bir dil ile yazılmış metinlerin yer aldığı çalışmalar artık stok sürdürülebilirlik olarak filtrelendiriliyor. 
Rapor, bu yeni kavramın yarattığı aynılık hissinin temel nedenlerinden birinin de, insan dokunuşundan ve hikayelerinden uzak oluşu olduğunun altını çiziyor. Forbes'un en değerli 100 markasının 50'si üzerinde yapılan araştırma, şirketlerin %68'inin daha iyi bir gelecek yaratmaktan bahsettiğini ancak çok azının bunun gerçekten neye benzediğini tanımladığı söylüyor.


Özellikle pandeminin pembe gözlüklerimizi çıkarmasıyla beraber yaygınlaşan eleştirel bakış açısı olumsuz çerçeveli mesajları çoğaltsa da, olumlu iletişimlerin insanları sürdürülebilirlik konularıyla ilgilenmeye daha çok motive edebileceğine dair kanıtlar da var. Kısaca, doğru dengeyi bulmak hayati önem taşıyor. Radley Yeldar’ın etkili iletişim yürütmek isteyen markalar için ilk önerisi ise klişelerden kurtulup kendi kimliklerine uygun olan sesi bulmaları ve mükemmeliyetçilikten uzaklaşarak olabildiğince şeffaf olmaları.


İklim krizi kadar kompleks bir konu tabii ki yalnızca bireysel aksiyonlar ile çözülebilecek veya tek bir sektörün sorumluluğunda olan bir mesele değil. Ama eğer davranışlarımız, alışkanlıklarımız veya iş modellerimiz dünyamız üzerinde negatif etkiye sahipse, bunların aynı zamanda birer iyileştirici güç olarak da kullanılabileceğine inanıyoruz. Bu gücü toplamanın en önemli yollarından birisi ise doğru iletişim yöntemleriyle kolektif çabayı arttırmak. Peki sizce, kreatif dünya kendini yeniden kalibre ederek aksiyon ve iletişim arasındaki dilemmayı çözebilecek mi?