Good People of vitruta: Burç Tanır

Good People of vitruta üyelerinden Burç Tanır, kendisine yönlendirdiğimiz yedi soruyu cevapladı.

Biraz kendinden bahsedebilir misin?

Herkese selamlar! 89 Antalya doğumluyum. 2006’ya kadar üniversite öncesi eğitimimi bende yeri çok büyük olan güzel Antalya’da tamamladıktan sonra Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nde okumak için İstanbul’a taşındım. O gün bugündür buralardayım. Okul dönemi içinde akademik kariyer ve kurumsal hayat arasında biraz git geller yaşasam da, gün sonunda mezuniyetin akabinde birkaç arkadaşımla bir mobil uygulama fikrinin peşine düştük ve girişimci oldum. O fikri başarıyla hayata geçirip hayal ettiğimiz noktaya getiremedik ama o süreçte çok şey öğrendim. Oradan öğrendiklerim ve yeni yeni öğrenmeye devam ettiklerimle de son 5 senedir girişimimiz Prisync’te çalışıyorum. Prisync’le hali hazırda 50’den fazla ülkeden 100’lerce firmaya teknoloji satışı yapıyoruz ve epey keyif aldığımız bir hızda büyüyoruz. İşin gücün ötesinde, çok sevdiğim eşim Burçin ile yaklaşık 2,5 senelik çok keyifli bir evliliğim var. Tüm bunlardan arta kalan vakitte de – kendi artmıyor bu arada, arttırmaya bilinçli olarak çaba sarf etmek gerek – spor, yeme içme ve sanat sepet alanlarında vakit geçirmekten keyif alıyorum.

Senin için İstanbul’da keyifli bir gün nedir? Neler yaparsın?

Benim için dünyanın herhangi bir noktasında keyifli gün için en gerekli unsur güneş. Bildiğimiz güneş… Akdenizliliğimin belki de en dişe dokunur kısmı bu. O nedenle İstanbul’da da özellikle baharın el verdiği güneşli bir günde, tarihi yarımada dolaylarında tercihen bir Pazar dolanmayı çok seviyorum. Pazar gününden kastım, aslen birçok mağazanın kapalı olduğu, kepenklerin grisinin bir arkaplan yarattığı sokakların görece sakinliği o güneşli havayla birleşince insan ister istemez kendini Orhan Pamuk sanabiliyor. O sanma halini seviyorum sanırım. Öte yandan o sokaklarda gezerken, bir öğle vaktine 1 değil, 2 değil, 3 öğün serpiştirdiğim de oluyor. Önce bir çorba… Üstüne, Konyalı’da patlıcanlı beğendi yatağında talaş böreği ve üstüne Şehzade’de 2-3 cağ kebap… Tatlıyı öğün saymıyorum.

Peki biraz dışarı çıkarsak, senin için ideal bir tatil nedir? Bugüne kadar gördüğün, en beğendiğin yerler neresi, buralardan bize verebileceğin bir tavsiye var mı?

Tüm bu Akdenizliliğe, güneşe ihanet olacak ama sanırım bugüne kadar kendimi en tatilde hissettiğim tatil eşim Burçin ile onun 2 yıl önceki yaşgününde İsviçre’nin Vals kasabasına yaptığımız gezi oldu. Kendimizi birkaç günlüğüne Heidi sandığımız, tertemiz dağlarda yürüyüşlere çıktığımız ve sonra da en önemlisi, oraların münzevi mimarı Peter Zumthor’un tasarımı olan Therme Vals’te çeşit çeşit sularda banyo yaptığımız bir tatildi o tatil. İlham almak isteyenler en sevdiğim yönetmen İtalyan Sorrentino’nun Youth filmine ve oradaki ambiansa biraz göz gezdirebilir. Bir de ola ki giden olursa, termal tesisle başlayan dağı pes etmeden yavaş yavaş tırmanınca bir zirve lokantasına varılıyor. Orada küçük bir köy var ve o lokanta bir bakıma köyün lokali. O lokantada o soğuktan sonra içtiğimiz zencefilli havuç çorbasının tadını unutamıyoruz. Hatta unutmamak adına, tarifini tersine mühendislikle evde çıkardık ve kış günlerinde evde de afiyetle içiyoruz.

Bu tatilin için valizini hazırlarken olmazsa olmazın nedir? Yanına neler alırsın?

Ben epey üşüyen biriyim. O nedenle, İsviçre, kar vs. benim için bir bakıma kapsamlı bir valiz demek. Öte yandan kalın giysileri zaten valize koymadan üstüme giydiğim için Burçin’le ortak bir valize rahatça sığabildik birkaç gün için. Güzel bir bereyi başımdan eksik etmedim örneğin. Öte yandan dağdaki yürüyüşlerde ya da başka başka kasabalara giderken emektar Kanken’im de bana eşlik etti tabi ki. Giysi dışı kategorisinde de ruh halime bağlı olarak tercih edebileceğim 1 kitap, o ayın Monocle ‘ı ve o haftanın Economist’i de Kanken’imin içindeydi. Ama ne yalan söyleyeyim o ortamda insan kitaba değil kara dağa suya kaptırıyor kendini ve ne okuyası ne yazası, daha çok yaşayası, ve o anı yaşadığı için şükredesi geliyor.

Son dönemlerde seni etkileyen kitap/müzik/film tavsiyelerin var mı?

Müzik konusunda biraz geri kafalıyım. Sanırım yeni şeyler takip etmeye yeterli bandwidth’im de yok malesef. Üzüldüğüm bir konu ne yalan söyleyeyim.

Aynı tas aynı hamam 10 yıl önce dinlediğim genre ve artistlerde dönüp dolaşıyorum. Kitap için de son dönemlerde biraz daha non-fiction şeylere eğildim, bir dönem fiction’ın dozunu kaçırmış biri olarak. Ve genelde biraz daha iş odaklı şeyler okuyorum sanırım, biraz sıkıcı kaçabilir buraya.

O nedenle en iyisi film tavsiyesi vereyim. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’daki favori sinema salonum SineBu’da (Boğaziçi Üniversite’sine gitmek için küçük bir bahane aynı zamanda.) Little Joe adlı fimi izledim ve filmin kendi yapımından kalitesinden öte kişide tetiklediği soru ve düşüncelerden epey etkilendim. Sinemade bilim kurgunun kurgu kısmının artık gitgide silikleştiği bir alana dair – genetik – kişinin içini bugüne ve geleceğe dair heyecanla karışık biraz da korku ve endişeyle dolduran bir filmdi diyebilirim.

Bu his bir kişiyi fir filmi tavsiye etmeye neden iter ki derseniz de haksız sayılmazsınız tabi.

Bu aralar hepimizin hayatında yer alan platformlar var bir de; Netflix, Youtube, sesli kitaplar, podcast uygulamaları… Bunlardan hangileri ne ölçüde hayatının içinde? Bizle belki favori kanallarını, podcast serilerini ya da en sevdiğin dizileri-belgeselleri paylaşmak istersin?

Akıllı telefon kullanmaya birkaç ay önce başladım, o nedenle bu soruda da elim biraz zayıf.

Youtube tarafında şirket olarak, ortağım Samet’in liderliğinde ekipçek yönettiğimiz teknoloji odaklı bir video kanalımız var Prisync Labs adında. Burada teknolojiye ilgi duyan kişilere çeşit çeşit konularda yine farklı farklı derinlik seviyelerinde bildiklerimizi, ya da aslen bilmeyip araştırıp öğrendiklerimizi anlatıyoruz. Favori Youtube kanalım taraflı bir şekilde Prisync Labs.

Biraz daha ev tarafına gelirsek de akıllı TV’nin nimetlerine kendimizi bırakarak evde favori platformumuzun Netflix olduğunu söyleyebilirim. En sevdiğim Netflix dizisi olarak da Suits’i söyleyebilirim sanırım. Avukatlığın hiç de orada gösterildiği gibi birşey olmadığını hem kendi avukatlarımızdan hem de avukat arkadaşlarımdan bilsem de, Suits’in yansıttığı New Yorker beyaz yakalı avukat dünyasının nirvanası insanı etkiliyor.